DosTcaForuM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Günün Makalesi

Aşağa gitmek

Günün Makalesi Empty Günün Makalesi

Mesaj tarafından xumutx 31st Ağustos 2008, 22:19

28 Şubat Darbesi de Ergenekon’un eseri!

11 yıl öncesi... “Müslüm Gündüz tarafından aldatıldığını” iddia eden Fadime Şahin’in “Star TV ekranları”na çıktığı ve “iki gözü iki çeşme, hüngür hüngür ağladığı” akşam... Alirıza Demircan Hocaefendi de onu “teskin ve teselli etmeye” çalışıyor...
öyle ya; Aczmendi lideri Müslüm Gündüz’ün kaldığı ev, bir hafta önce “kameralar eşliğinde baskın”a uğramış ve Müslüm Gündüz’ün “yarı çıplak” görüntüleri ile Fadime Şahin’in “ürkmüş/korkmuş” hâldeki görüntüleri dakkabaşı ekranlara getiriliyor... İşte o akşam, “aldatılmış”(!) Fadime Şahin; hıçkırıklara boğularak konuşuyordu... Müslüm Gündüz kendisiyle ilişkiye girmiş, bir süre sonra da aldatıp, ortada bırakmıştı!..
Ne var ki; daha sonra “banttan izlediğim” görüntüleri, o akşam izlememiştim...
İşin garibi; “baskın” olayıyla ilgili konuşmak için, Kanal 6’da program yapan Hulki Cevizoğlu’nun davetini kabul etmiş ve telefonla canlı yayına katılmıştım!..
Dediğim gibi;
Bir-iki saat önce Star ekranlarına çıkan Fadime Şahin’in hüngür hüngür ağladığından, hıçkırıklara boğularak anlattığı olaylardan hiç haberim yoktu.
Ama, “kameralar eşliğinde yapılan baskın”ın nasıl gerçekleştiğini iyi biliyordum.

HAYATIMIN EN SIKINTILI GüNLERİ
İşte bu yüzden; Hulki Cevizoğlu’nun, “baskın olayı”nı ve “Fadime’nin gözyaşları”nı nasıl değerlendirdiğim yönündeki sorusuna; “Burada bir komplo seziyorum... Fadime Şahin de, bu olayda konu mankeni olarak kullanılmıştır!” şeklinde cevap vermiştim!..
Vayy, sen misin bunları diyen?..
Ertesi günü gazeteye geldiğimde, çalışma masamın üzeri “protesto faksları” ile doluydu!.. “Tepki telefonları” yağmaya başlamıştı!..
“Sen de mi?.. Sen de mi görmek istemiyorsun Fadime’ye yaşatılan o çirkefliği?.. Nasıl savunursun Müslüm Gündüz’ü?.. Tezgâh bunun neresinde?..
Adam çıplak yakalanmadı mı?..
Prezervatifler sehpanın üzerinde değil miydi?..
Bunun; daha başka ne anlamı olabilir ki?..”
Doğrusu; tüm bunların birer “senaryo” olduğunu anlatmakta hayli zorlanmıştım...
Her telefon açana şunu söylemiştim:
“Bu yargılarınızdan, yargısız infaz girişimlerinizden yakında pişmanlık duyacaksınız!”
Uzatmayayım... “Eleştiri”nin, “suçlama”nın bini bi paraydı... Bazı fakslarda ise; eleştiri ve suçlamanın ötesinde “hakaret” vardı, “itham” vardı... Masum(!) bir kız olan Fadime Şahin’i suçlamakla “Refah Partisi yalakalığı” yapmaya çalışmakla itham ediliyordum...
Ne yalan söyleyeyim;
O günler, yani 5-6 Ocak 1997 ve daha sonraki günler, “hayatımın en ağır saldırıları”na maruz kaldığım “en zor ve en stresli günler”di!..
Bilenler bilir...
Böylesine ağır “eleştiri, suçlama, itham ve saldırı”lara rağmen, ertesi günlerde şunu yazmıştım:
“Hele sabredin... Bu baskının bir komplo ve tezgah olduğu, Fadime Şahin’in de konu mankeni olarak kullanıldığı en yakın zamanda çıkacak ortaya!”
Fazla değil, 2-3 ay geçmeden “maske”ler düşmeye, “boya”lar dökülmeye ve “foya”lar bir bir ortaya çıkmaya başladı.
Eve baskın, gerçekten de “tezgâh”tı!..
Fadime Şahin, gerçekten de “konu mankeni”ydi!..

O DüĞMEYE 28 ARALIK’TA BASILDI!
Çok geçmedi... O olaydan bir ay sonra “özür” telefonları yağmaya başladı... Hele, o “prezervatif”lerin oraya birileri tarafından konulduğunun, Müslüm-Fadime arasında da, gösterilmek istendiği gibi bir “cinsel ilişki”nin bulunmadığının ortaya çıkmasından sonra!...
Bu arada ben “tezgâh”ın boyutlarını yazmaya devam ettim... Ocak ayının ortalarında, yani henüz Sincan’da tanklar yürümemiş, bazı İslâmî kuruluşların ürettiği mallar “kara liste”ye alınmamışken şu satırlar çıkmıştı Ayna’da:
“Bugün Müslüm Gündüz’ü yarı çıplak yakalayıp, teşhir edenler; acaba yarın Fethullah Hocaefendi’yi, Enver ören Ağabey’i ve Cübbeli Ahmet Hocaefendi’yi hangi pozisyonda yakalayıp, onları nasıl teşhir edecekler?..”
Ki, o günlerde;
“28 Şubat Süreci’nin düğmesine 28 Aralık 1996’da basıldı” diye yazdığımı gayet iyi hatırlıyorum...
Buyurun, o yazılardan birini yeniden okuyalım:
“Hemen herkes; bugünkü “zulüm” ve “dayatma”lar ile “tek tip” fikir, kıyafet, düşünce, vaaz, kısacası “kurşun asker” yetiştirme amaçlarının “milad”ı olarak 28 Şubat’ı kabul eder... Yine herkes, bugünkü “cendere harekâtı”nın o günkü 9 saatlik MGK Toplantısı’nda alınan kararlar sonrasında başladığını zanneder.
Hayır!..
“Bugünlerde olup-bitenlerin kökü 28 Şubat akşamında değil, 28 Aralık’tadır!
Müslüm Gündüz ile Fadime Şahin’in “aynı çatı altında olduğu” anda düzenlenen o “malûm operasyon” ile başladı her şey!
Tüm bunlar, birer “komplo teorisi” değildi...
Müslüm-Fadime ikilisine yönelik o malûm baskın ile, topluma verilmek istenen “mesaj” şuydu:
“Bunların sakallı ve başörtülü olduklarına bakmayın... Bunlar; her haltı yerler, sonra da Müslüman geçinirler!”
Böylece; bütün “sakallı”ları potansiyel birer Müslüm Gündüz, bütün başörtülüleri de potansiyel birer Fadime Şahin olarak göstermek istiyorlardı!
İtiraf etmek gerekir ki; bunu başardılar da!..”
Evet, o günlerde bunu yazdım...
Bu yazdıklarımın birebir gerçekleşip gerçekleşmediğinin takdirini sizlere bırakıyorum!..

BU, 28 ŞUBAT’IN FOTOĞRAFIDIR!
İyi de, “11 yıl öncesi”nin olaylarını bugün yeniden gündeme taşımamın sebebi ne?
Sebep; bu olayın 11 yıl sonra bugün “Ergenekon İddianamesi”ne de girmiş olması!..
Evet, evet; “Ergenekon İddianamesi”ne!..
İddianame; “Müslüm Gündüz-Fadime Şahin” ya da “Ali Kalkancı-Emire Ersoy” ilişkisinden hareketle, bir anlamda “28 Şubat Darbesi’nin fotoğrafını” çekmiş!..
Oynanan “oyun”ları, çevrilen “fırıldak”ları, kurulan “tezgah”ları, kullanılan “piyon ve figüran”ları, kısacası o dönemde uygulanan “Psikolojik Harp Metodları”nın en ince ayrıntılarını!..
Buyrun, bir “gizli tanık” anlatıyor:
“Refah Partisi’nin giderek oylarını artırdığını ve bunun hiçbir şekilde önüne geçilemediğini gören darbeciler, büyük şehirlerde, toplumun nabzını en iyi tutan meslek grubu olan taksicilerle görüşüp tahlil yaptılar.
Taksiye binip şoförlere; Refah Partililerin yaptığı iddia edilen yolsuzlukları anlattılar.
‘Bunlar Türkiye’yi İran’a çevirecek’ dediler.
Gördüler ki bu iddiaları, taksiciler ciddiye almıyor.
Sonra taksicilere, ‘Filanca tarikatın şeyhi, kadınlara kızlara tecavüz etmiş’ şeklinde hayali hikayeler anlattılar. Taksiciler buna çok sinirlendi.
‘Vay namussuz, şerefsizler’ dediler.
“Ha demek ki Türk toplumunun en hassas tarafı burası!.. Demek ki; namus ve belden aşağı mevzularda, halk son derece duyarlı!”
Hemen bu yönde senaryolar hazırlamak ve oyuncuları sahneye sürmek için kollar sıvandı.

SENARYO: VELİ KüçüK... OYNAYAN: SİSİ!
Senaryoları darbeciler adına, şu anda Ergenekon Terör örgütü tutuklusu Veli Küçük organize ediyordu.
‘İhale’, Turgut Gıda Sanayi’nin sahibi Turgut Büyükdağ’a verildi. Veli Küçük’le Turgut Büyükdağ, bir akşam Harbiye Orduevi’nde buluşarak baş başa yemek yediler ve “senaryonun ayrıntıları”nı konuştular.
Senaryonun finansörü Turgut Büyükdağ, organizatörleri, Strateji Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni ümit Oğuztan, Sisi olarak bilinen transseksüel Seyhan Soylu ve Polis Müdürü ümit Bavbek’ti.
Bütün görüşmeler, Büyükdağ’ın sahibi olduğu, Nişantaşı Akkirmanlı Sokak’taki Strateji Dergisi’nin ofisinde yapılıyordu.
önce işe iki tarikat şeyhi bulunarak başlandı.
Birisi, sıra dışı kıyafetleriyle dikkat çeken Aczmendi Tarikatı’nın Lideri Müslüm Gündüz, diğeri de çevresinde ‘cinci hoca’ olarak tanınan Ali Kalkancı idi.

KALKANCI’YI NASIL ŞEYH YAPTILAR?
Sıra, tarikat şeyhlerine kadın bulmaya gelmişti.
ümit Oğuztan, Aksaray’da, adı sonradan Hanedan Restoran olarak değişen mekânda çalışan Fadime Şahin’i bu iş için ayarladı.
ümit Oğuztan ve “basın danışmanı Sisi”, Fadime Şahin’e büyük paralar vaat ediyorlardı. Fadime Şahin, hemen bir “tesettür mağazası”na götürüldü ve iki takım tesettür kıyafeti ve renk renk eşarplar alındı.
O günlerde TV ekranlarını uzun süre meşgul eden ‘irtica’ haberlerinin başlıca konukları arasında yer alan sahte şeyh Ali Kalkancı ise, bu skandal üretiminin tipik bir örneğiydi.
Darbe tezgahının figüranlarından birisi olarak kamuoyuna sunulmak üzere hazırlanan Ali Kalkancı, ünlü bir işadamının kızı olan Emire Ersoy ile tanıştırıldı.
Evlenmeleri için ortam hazırlandı.
Evlendirildiler de... Emire Kalkancı, “Genç kızların annesi” olarak görev(!) üstlendi... Honda Civic otomobiliyle Fatih caddelerinde dolaşmaya başladı...
Ali Kalkancı ise;
Dini konularda sıkı bir eğitime tabi tutuldu, rolü çok iyi ezberletildi, sonra da Hacca gönderildi.
Dönüşte, Ali Kalkancı’ya kız istemek için Emire’nin babasının kapısı çalındı. Kızını vermeye yanaşmayan Emire’nin işadamı babasına bu defa kendisi hakkında tutulmuş bazı dosyalar gösterildi.
Baba,
‘Sen bize yardımcı olursan biz de sana yardım ederiz, dosyaları yok ederiz’ denilerek ikna edildi.

MESUT YILMAZ’IN İLK İCRAATLARI
Sonrası malûm!..
Senaryoyu yazanlar, istedikleri sonucu almakta gecikmediler... Bir yandan Sincan’da tanklar yürütüldü, diğer yandan da Türk basınının etkin gazete ve televizyonları, ‘irtica’ kampanyaları başlattı.
Aylardır süren ‘Hükümeti bırakın’ baskısı, art arda patlayan skandallar sayesinde sonuç verdi..
Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi’nin koalisyonundaki Refah Yol Hükümeti’nin Başbakanı Necmettin Erbakan, 18 Haziran 1997 tarihinde istifa ettirildi.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümet kurma görevini, DYP Lideri Tansu çiller’e değil, ANAP Lideri Mesut Yılmaz’a verdi!..
Mesut Yılmaz’ın ilk icraatı da;
“İmam Hatip Liseleri’nin orta kısımlarını kapatmak” ve “Kur’an kurslarına yaş sınırlaması getirmek” oldu... Ve tabii; “başörtüsü ile okumak” tüm üniversitelerde tamamen yasaklandı!..
Tüm bunları biliyorsunuz... Ben de biliyorum...
çünkü tüm bunları, birlikte yaşadık...
Bilmediğimiz tek şey; “28 Şubat darbesi”nin de “Ergenekoncu bir kalkışma” olduğu gerçeği idi!..
Şimdi, bunu da öğrendik işte!..
Tüm bu öğrendiklerimizden sonra, diyorum ki; “Türkiye için en büyük tehdit ve tehlike Ergenekon’dur!”
Kim ne derse desin, bu böyledir!..
Bu operasyon, burada bırakılmamalı, Veli Küçük’le sınırlı tutulmamalı, “daha büyük”lere uzanılmalıdır!..
Evet; “Sonuna kadar gidilmeli”dir!..
===============
O cihazları nereye takalım?
Konya'nın Hadim ilçesine bağlı Balcılar beldesindeki "öğrenci yurdu"nda meydana gelen "patlama"yı ve bu patlamada "18 insanımızın şehit olduğu"nu biliyorsunuz...
En başından beri dedik ki; "Patlayan Kur'an veya kurs değil, bina"dır!.. Patlamaya sebep de, "İpragaz'ın büyük ihmali"dir!..
çünkü İpragaz firması, "takması şart" olan "sensör" ve "valf" cihazını takmamıştır!..
Dün, haber geldi... Sanayi Bakanlığı'nın görevlendirdiği iki uzman; gaz kaçağını haber verecek olan "alarm cihazı"nın ve "kaçak olduğunda gazı otamatik olarak kesecek cihaz"ın takılmadığını, "patlama"nın da bu yüzden olduğunu tesbit etti!..
Görevi "Din'e ve dindara saldırmak" olan ve bu iş dolayısıyla "maaş" alan "kiralık tetikçi"ye şimdi sormak istiyorum:
İpragaz'ın; sırf 300-500 YTL’ye tamah etmesi yüzünden, yurt binasına takmayı ihmâl ettiği "cihaz"ları nereye takalım?!?..
Hele söyle; o cihazları sana taksak, nasıl olur?..
Hani, "gaz sızdırmaya" başladığında "alarm" verir!..
"Patlayacağın" zaman da, gazın otomatik olarak kesilir!..
Hem sen rahat edersin, hem de Müslümanlar!..
xumutx
xumutx

Mesaj Sayısı : 76
Nerden : Forumdan(:(:
Rep :
Günün Makalesi Left_bar_bleue905 / 100905 / 100Günün Makalesi Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 27/08/08

http://www.dostcaforum.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Günün Makalesi Empty Geri: Günün Makalesi

Mesaj tarafından xumutx 31st Ağustos 2008, 22:20

Nasıl ve neresinden başlasam?.. “Sondan başa doğru” mu gelsem, yoksa “baştan sona doğru” mu gitsem?.. Ve ne desem?.. “Evrim” mi, “devrim” mi?.. Yoksa; “değişim” mi, “dönüşüm” mü?.. Öyle bir “patolojik vak’a” ile karşı karşıyayız ki, “tıp fakültesi” öğrencileri, bu “vak’a”yı mutlaka incelemeli!..

Hem de; organ organ, damar damar, hücre hücre!.. Hatta, “siyasî ölüm”ün ardından gelecek “biyolojik ölüm” sonrasında, “kadavra”sı masaya yatırılmalı; “gen”ler ve “kan” hücreleri mutlaka tahlil edilmeli!..
Çünkü bu vak’a; “tıp tarihi”ne geçecek “ender” vak’alardan biridir!..
Çünkü bu vak’a;
Aynı zamanda bir “aldatılmışlık hikâyesi”dir!.. Evet, Türkiye’de yaşayan insanların, özellikle de “ülkücü gençler”in aldatılmışlığının ve “nasıl gaza getirildiği”nin hikâyesi!..
Hayır, bir “tükeniş”in hikâyesi değil bu!.. Bir hareketi “tüketiş”in, “satış”ın hikâyesi!..
Aynı zamanda;
“5 bin şehit”in hikâyesi!..
Öyle der ya “ülkücü”ler;
“Komünizme karşı savaşta 5 bin şehit verdik... Bir o kadarımız da zindanlara düştü!”
İşte bu hikâye, o ülkücülere “yön” verenlerin, daha doğrusu “gaz” verenlerin hikâyesidir!..
“İnsanın kanını donduracak” bir hikâyedir bu!..
OKUYAN: CHP VE ******’IN EMRİNDEYİZ!
“Kimden” söz ettiğimi söylemeye herhalde gerek yok... Çünkü, yan taraftaki “kupür” ve “fotoğraf”tan da anlayacağınız gibi, Yaşar Okuyan’dan söz ediyorum!.. Evet, “CHP’ye iltihak” eden Hürparti’den ve onun “******’ın emrine giren” Genel Başkanı Yaşar Okuyan’dan!..
Tarih, 8 Haziran 2007...
Yer, CHP Genel Merkezi...
“Kendilerinde güç vehmeden” birçoklarının yaptığı gibi; Hürparti adıyla bir “tabelâ partisi” kuran “eskilerin hızlı ülkücülerinden” Yaşar Okuyan; o gün CHP Genel Merkezi’ndedir ve ******’la görüşmektedir!..
Görüşmenin ardından, “kamera”ların karşısına geçilir... “Flaş”lar patlar, bu “tarihî an”ın fotoğrafları çekilir!..
Ve Yaşar Okuyan konuşmaya başlar:
“Söz konusu olan vatandır, gerisi teferruat. Milletvekilliği de, bakanlık da. Bundan sonra ******’ün partisinde yurtseverlik mücadelesini sayın Genel Başkan’ın emrinde sürdüreceğiz.
Ben ve arkadaşlarım kilometreyi sıfırlıyoruz. Sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşı kimliğiyle CHP’ye ve sayın Genel Başkan’ın emrine giriyoruz.”
OKUYAN’DI... OK’A UYAN OLDU!
Lütfen unutmayın... Bu “tarihî konuşma”nın yapıldığı tarih, 8 Haziran 2007’dir!.. Yer de, “CHP Genel Merkezi”dir!..
Artık, karşımızda;
“Eski ülkücü” veya “eski ANAP’lı” Yaşar Okuyan değil, “******’a teslim olan CHP’li Yaşar Okuyan” vardır!..
Artık, “bozkurt resmi”nin altında değil, “Altı Ok’un önünde” konuşmaktadır!..
Ve demektedir ki:
“CHP’ye ve sayın Genel Başkan’ın emrine giriyoruz!”
O güne kadar “Okuyan” olan bir adam, artık “Ok’a uyan” olmuştur!..
İnanın şoktayım!..
“Ülkücüler” adına şoktayım!..
“Dün yazılanlar” adına şoktayım!..
Bir insan, bu kadar “değişim”, bu kadar “dönüşüm” geçirebilir mi?..
Acayip derecede şaşkınım!..
Bir “devrim” midir bu, yoksa “evrim” mi?..
Dedim ya;
Bir “patolojik vak’a” ile karşı karşıyayız... Öldüğünde, Yaşar Okuyan’ın “kadavrası” mutlaka incelenmeli ve tıp fakültelerinde “ders” olarak okutulmalıdır!..
30 YIL ÖNCESİ, HERGÜN GAZETESİ

En iyisi mi, “bugün”ü burada bırakıp, “dün”e bir yolculuk yapalım... Dün dediysem, “30 yıl kadar öncesi”ne!..
Bugün CHP’yi yere-göğe sığdıramayan Yaşar Okuyan, bakalım “aynı CHP” hakkında “dün” neler yazmış?..
Yıl, 1980 öncesi!..
O günlerde, “Hergün” adlı bir gazete yayınlanmakta ve “ülkücü camia”ya hitap etmektedir!..
Hayli “iddialı”dır!..
O kadar iddialıdır ki; gazetenin kurmaylarından Necdet Sevinç, bir yazısında, “Bu gazete 50 bin sattığı gün; söyleyin, istediğiniz bakanı koltuğundan indireyim” demektedir!..
Bu gazetede, merhum S.Ahmet Arvasi de yazmakta ve “Türk-İslâm ülküsü”nün kavgasını vermektedir!..
Ve demektedir ki;
“Onların kızları ve oğulları “devrim nikâhları” ile yaşarken; senin eşinin, senin kızının “başörtüsü” ve iffeti ile alay edilecek!.. Olur mu?..
Onların çocukları diskoteklerde, barlarda tepinecek ve zıkkımlanacak, fakat senin çocuğunun okulunda namaz kıldığı “mescid” kilitlenecek!.. Olur mu?..
Senin çocuğunun devam edemediği yüksek okullar ve fakülteler “barış”, devam edebildikleri ise “savaş” sahası ilân edilecek!.. Olur mu?”
Dikkat edin... Daktilosunda, “yarım” kalan “son yazı”sının “son kelime”sinde “Allah” diyerek ruhunu teslim eden S.Ahmet Arvasi merhum, “bugünün Türkiye’si”nden değil, “30 yıl öncesinin Türkiye’si”nden söz etmektedir.
“CHP İKTİDARI DEMEK!”
Hasılı kelâm, böyle bir gazetedir “Hergün” gazetesi... Yaşar Okuyan da; hem bir “partili”, hem de “ülkücülerin ağabeyi” olarak, işte bu gazetede “yazı”lar yazmakta, Türkiye’nin “Meseleler”ini gündeme getirmektedir!..
“Türkiye’nin en büyük Meseleler’i”nden biri de CHP’dir ve Yaşar Okuyan, “CHP iktidarının ne demek olduğunu” bakın, nasıl anlatmaktadır?..
Buyrun, Yaşar Okuyan’ın; “CHP iktidarı demek!” başlıklı yazısını birlikte okuyalım:
“İktidar CHP’ye teslim edilemez.
Çünkü CHP’nin iktidarı demek, kin, garez ve düşmanlığın zirveleştiği bir ortama davetiye çıkarmak demektir.
CHP’nin iktidarı demek, solun iyice azgınlaşması, kurtuluş ordusu zibidilerinin iyice cüretkâr bir hale gelmesi demektir.
CHP’nin iktidarı demek, hapisteki vatan hainlerinin, komünistlerin, devlet düşmanlarının tekrar affedilip, sokaklara salıverilmesi demektir.
CHP’nin iktidarı demek, TRT’nin yeniden sola teslim edilmesi ve TRT’den Nazım Hikmet ve paralelindeki kimselerin anısına saatlerce yayının yapılması demektir.
CHP’nin iktidarı demek, sömürünün, soygunun, talanın onaylanması demektir.
CHP’nin iktidarı demek, eğitim enstitülerindeki 35 bin öğrencinin okuldan atılıp, sokaklara terk edilmesi demektir.
CHP’nin iktidarı demek, gaz, yağ, şeker, un kuyruklarının meydana gelmesi, vatandaşın bir dilim ekmeğe muhtaç olması demektir.
CHP’nin iktidarı demek, partizanlıktan memleketin inim inim inlemesi demektir.
CHP’nin iktidarı demek, bölücülerin, ayırımcıların, yıkıcıların, hain, fesat hareketlerini yoğunlaştırmaları demektir.
CHP’nin iktidarı demek, yoksul insanların horlanması, işçilerin ezilmesi, inananların sürünmesi demektir.
CHP’nin iktidarı demek, hükümetin sokakta bırakılmamasının teminatından yoksun olmak demektir.
Böyle bir iktidar için çaba sarf eden kim ve hangi düşüncede olursa olsun, tarihî bir vebali de yüklenmiş olacağı açık bir gerçektir.
CHP’yi iktidar yapacak kimseler, yukarıda özet olarak zikredilen hususlara peşinen imza atmış ve CHP ile aynı sorumluluğu paylaşmış olacaklarını iyice bilmelidirler.
CHP’ye koltuk çıkmak, solu iktidar etmek demektir.
Solu iktidar etmek ise, sola hizmet demektir.
KİM CHP’Yİ İKTİDAR YAPARSA!..
Bu gerçeğin kendini sağcı, milliyetçi, mukaddesatçı olarak kamuoyuna ilan eden parti ve şahıslar tarafından bilinmesi gerekir.
Aksine hareket, mazeret kabul etmeksizin sola kul olmak demek olacaktır.
CHP’yi iktidar etmemek için, bütün milliyetçilik iddiasında bulunan partilerin yeniden el ele vermesi millî bir görevdir.
Milliyetçi olduğunu iddia eden partiler, kendi aralarındaki sürtüşmeleri bir kenara itip, Türk milletinin yüce menfaatleri için bir araya gelmeli ve yeniden milliyetçi partiler topluluğunun iktidarını kurmalıdırlar.
Seçimler sırasında, seçim atmosferi içerisinde partilerin, birbirleri aleyhinde sarf ettikleri sözlerin üzerinde durmak ve ısrar etmek, sola davetiye çıkarmak demektir.
Türk milleti, 1977 seçimlerinde verdiği oylar ile, sol bir iktidar arzu etmediğini açıklıkla ortaya koymuştur.
Türk milleti, AP’ye 6.117.280, MSP’ye 1.271.620, MHP’ye 942.606, CGP’ye 277.059, DP’ye 273.426 oy vermiş ve toplam 8 milyon 878 bin oyla milliyetçiliği tercih ettiğini ortaya koymuşsa, milletin iradesine saygı gösterilmelidir.
Solun toplam oyundan 2.5 milyon daha fazla oy alan milliyetçi partilerden, Türk milletinin iradesine ters düşecek ve bu iradeyi çiğneyecek hareketlerde bulunması beklenemez.
Bu gerçekler karşısında kim CHP’yi iktidar yaparsa, ilk önce milliyetçilikten vazgeçmiş olacak ve sonra da Türk milletinin iradesini çiğnediği için de, siyaset sahnesinden silinmesine imza atmış olacaktır.
Bizden yazması ve hatırlatması!”
“HA CHP, HA MHP” Mİ?!?
“30 yıl öncesi”nin bu satırlarından sonra, “30 yıl sonraki Yaşar Okuyan” hakkında yorum yapmaya bilmem gerek var mı?..
Görüyor musunuz “dönüşüm”ü?..
Dün, “İktidar CHP’ye teslim edilemez” diye bas bas bağıran bir adam; bugün gitti “CHP’ye teslim” oldu!..
Acaba, niye “teslim” oldu?..
“Kin, garez ve düşmanlığı zirveleştirmek” için mi?.. “Sol’un iyice azgınlaşması” için mi?.. “Hapisteki vatan hainlerinin affedilip de sokaklara salıverilmesi” için mi?.. “Partizanlıktan, memleketin inim inim inlemesi” için mi?.. “Gaz, yağ, şeker ve un kuyruklarının meydana gelmesi” için mi?..
Sahi, Yaşar Okuyan CHP’ye niye “iltihak” etti, ******’a niye “teslim” oldu?..
“Türk milletinin iradesi”ni artık umursamadığı için mi?..
Bana kalırsa; “kendisini bekleyen akıbet”i, tam 30 yıl önce yazmış Yaşar Okuyan:
“Kim CHP’yi iktidar yaparsa, siyaset sahnesinden silinmesine imza atmış olacaktır!”
Okuyan, işte o “imza”yı 8 Haziran 2007’de atmıştır!..
Yoksa; “Ha CHP, ha MHP?.. Yok birbirlerinden farkı” mı demek istemiştir?!?
Durum budur... Yorumu siz yapın!..
-----------------
İstemem, yan cebime koy!
Sezer'in tavrı malûm... "15 günlük yetki süresi"ni, yine "sonuna kadar" kullandı ve dün, kararını açıkladı:
"Cumhurbaşkanı, Cumhur tarafından seçilmesin!"
Peki, "Cumhur" seçmesin de, kim seçsin?..
Biliyorsunuz, "367" gibi bir dayatma icat edip, Meclis'e seçtirmediler!.. Ki, bu gidişle de, "Meclis'in seçmesi imkânsız" gibi!..
O halde ne olacak?.. "Millet" seçmesin!.. "Meclis" seçemesin!.. Peki, "kim" seçecek?..
Bana öyle geliyor ki; Sezer'in tavrı, biraz da, "İstemem, yan cebime koy" tavrına benziyor!.. Hani, "Köşk'ten sıkıldım" filân diyor ya, biraz "ironi" yapıyor gibi!.. Çünkü tavırları; "Köşk"ten değil, "halk"tan sıkıldığını gösteriyor!..
Çünkü efendim; Cumhurbaşkanı'nı "eğer halk seçmeyecek" ise, 367'yi bulup da Meclis'in seçmesi hepten imkânsız!.. 367 bulunamayınca da; yeni seçim, yine seçim!.. Tabiî, bu arada, Bay Sezer "Köşk'te oturmaya" devam edecek!..
Söyleyin hele; "Köşk'ten sıkılan" biri; hiç "Halk seçmesin" der miydi?.. "Halk seçsin" paketine basardı imzayı, kurtulurdu Köşk'ten!..
Demek ki, "Köşk"ü çok seviyor!..
xumutx
xumutx

Mesaj Sayısı : 76
Nerden : Forumdan(:(:
Rep :
Günün Makalesi Left_bar_bleue905 / 100905 / 100Günün Makalesi Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 27/08/08

http://www.dostcaforum.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Günün Makalesi Empty Geri: Günün Makalesi

Mesaj tarafından xumutx 31st Ağustos 2008, 22:20

Şahsen ben, “Ergenekon iddianamesi”ni son derece önemsiyorum... Çünkü bu iddianame, “Susurluk”tan ve hatta daha eskiden bu yana Türkiye’nin son 20-30 yıllık “suikast”ler ve “faili meçhul”ler tarihine ışık tutan “bilgi” ve “belge”lerle dolu

... Görüyorsunuz; hemen her gün bir “cinayet”in veya Türkiye üzerindeki “karanlık emel”in perde arkasını yayınlıyoruz...
Anlat anlat bitmiyor...
Yaz yaz, arkası geliyor...
Özdemir Sabancı ve iki kişiyi kimler ve neden öldürdü?.. Fehriye Erdal, cinayetin ardından nerede, kimler tarafından saklandı?.. Mustafa Duyar; hangi cezaevine naklini istedi, nereye gönderildi?.. “Mustafa Duyar’ı ortadan kaldırmak” için hangi çete, kaç yüzbin dolara kiralandı?!?..
Uğur Mumcu, niçin ve hangi “taşeron”lar kullanılarak ortadan kaldırıldı?..
Emekli Tuğgeneral Veli Küçük tarafından kurulan “Cumhuriyet Muhafızları” timinin asıl hedefi neresiydi?..
“Danıştay cinayetinin tetikçisi” olan Alparslan Arslan’ı kimler yönlendirdi?.. Onun eline “bomba” ve “silah”ları kimler tutuşturdu?..
Artık bunları ve bunun gibi birçok “karanlık olay”ı ve tabiî bu olayların arkasındaki “karanlık zihniyet”i biliyor, tanıyoruz...
Açık söyleyeyim:
Eğer “Ergenekon” adlı “çeteleşme”, eğer bu “terör örgütü” ortaya çıkarılmamış olsaydı, daha çoook “suikast”ler yaşar, daha çoook “faili meçhul”e tanık olurduk!..
Kim, ne derse desin;
“Ergenekon Terör Örgütü”ne yönelik “soruşturma”yı başlatıp “operasyon”ları yürüten ve sonunda 2 bin 450 sayfalık “iddianame”yi hazırlayanlar, “canavarın başına çıngırak geçirme” başarısını gösterebilen “cesur” insanlardır!..
KONAKTAKİ FARELER VE KEDİ
Bir “hikâye” ile örnek vereyim...
Geçenlerde bir yerlerde okuduğum hikâye şöyleydi:
Bir konakta yaşayan fareler mutlu bir hayat sürerken bir kedi musallat olmuş konağa...
Her gün bir fare eksilmeye başlamış konaktan.
En deneyimli olanı, “çözüm basit” demiş;
“Aramızdan biri kendini feda edip kedinin boynuna çıngırak takacak... Böylece kedi ne zaman yanımıza yaklaşsa çıngırak ötecek ve biz kaçacağız.”
Bu harika çözüm tüm fareleri sevindirmiş.
Lâkin, başka bir sorun belirmiş.
“Çıngırağı kim takacak?”
Hiçbir fare yeteri kadar cesaretli çıkmamış ve gidip çıngırağı takma girişiminde bulunmamış.
Ve kedi, tüm fareler bitene kadar hepsini teker teker avlamaya devam etmiş...
Hikâyedeki “kedi” yerine “Ergenekon canavarı”nı, “fare”ler yerine de “millet”i veya “cesur savcılar”ı koyarsanız, mesele anlaşılmış olur!..
Öyle değil midir;
Hazırlanan bu “iddianame”, aslında “canavarın boynuna geçirilmiş bir çıngırak” değil midir?..
“Canavarın boynuna çıngırak takan”lar; aynı zamanda bir “tabu”yu da yıkmış değiller midir?..
Neydi o tabu;
“Ergenekon’a kimse dokunamaz!”
İddianame, işte bu zihniyeti, bu tabuyu ve bu dokunulmazlığı yıktı!..
ONLAR SAHİP, MİLLET İSE KÖLE!
Evet, evet; “dokunulmaz” zannedilen güçlü kişilere “dokunulabileceğini” gösterdi!..
Çünkü Ergenekon Terör Örgütü;
Kendisini “Türkiye’deki rejimin gerçek hâmisi” olarak görüyor ve ona göre “yapılanıyor”du.
Ama herkes, “merak ve endişe”yle soruyordu:
“Nedir bu Ergenekon?”
Gerçekten de, ortada; kolları yurt içinde ve yurt dışında birçok yere uzanabilen bir yapının var olduğu açık bir gerçekti...
Fakat bu yapıyı harekete geçiren “refleks”ler nelerdi?
Meselâ, yasalarda yeri olmayan “ulusal operasyon”ları yapanlar, kimlerin menfaatini koruyordu?
İddia edildiği gibi NATO’nun ya da başka bir “kökü dışarıda yapılanma”nın parçası mıydılar, yoksa tamamen “yerel, milliyetçi, solcu” ya da “Kemalist” bir yapılanma mı söz konusuydu?..
Asıl amaçları, stratejileri, hedefleri nelerdi, kimlerden oluşuyordu?..
Evet; “merak ve endişe”yle soruluyordu bu sorular... Çünkü, biraz önce de dediğimiz gibi; iddianamede “Ergenekon Terör Örgütü” olarak adlandırılan bu örgüt; kendisini “rejimin gerçek hâmisi” olarak görüyordu!..
“Koruyucu” onlardı, “kollayıcı” onlardı!..
Daha doğrusu; onlar “sahip”ti, başkaları ise, onlara itaat etmeye mecbur birer “köle!”
Köleliğe isyan edenler ise “düşman!”
Evet, evet, onlar “iç düşman”dı!..
Ergenekoncular buna inanıyordu...
Ve tabiî, bu sapık ve sapkın inanç, “güç” ile birleşince, Ergenekon’un belirlediği “iç düşman”ları yok etmek, pasifize etmek, hattâ ortadan kaldırmak için yapmayacağı ve yapamayacağı hiçbir faaliyet yok.
Tertip, komplo, iftira, suikast vs...
Onlara göre; amaç meşru ise yöntemin legal ya da illegal olması önemli değil.
Mesela, şimdiye kadar legal ve illegal karton örgütler kurdurmakta, bunların legal olanını “sokak hareketleri”nde, illegal olanını da “birtakım gizli operasyonlar”da kullanmakta bir beis yok.
Burada kilit nokta Ergenekon’un kimi, hangi kriterlere göre düşman ilan edeceği!..
Hiç kimse, bunların yaşanmadığını, Türkiye’de böyle olaylar olmadığını iddia edemez!..
Bunlar yaşandı Türkiye’de...
“Kaos” olarak yaşandı, “suikast” olarak yaşandı, “faili meçhul” olarak yaşandı, “linç” olarak yaşandı!..
Ama, yaşandı!..
YASAL KILIFLI ZULÜMLER!
Şimdi şimdi öğreniyoruz ki;
“1980’den beri var” olan, 1999 yılından sonra ise “yeni bir yapılanma” hamlesi içine giren Ergenekon, bu yapının içine “asker, bürokrat, politikacı, sanayici, sivil toplum örgütü, güvenlik şirketleri, nakliyat şirketleri, çeşitli vakıf, derneklerin etkin üyeleri ve basın mensuplarından birçok yetkili”yi almış!..
Almış, çünkü;
Ergenekon, yaşamak istiyordu ve kendi hayatiyetini devam ettirebilmek için içeride “tükenen sol fikriyat”ın yerine ikame edeceği yeni bir düşmana, yeni bir hayat eğrisine ihtiyaç vardı.
Bu düşman, kısa zamanda tespit edildi.
Kemalizm’i reddeden İslâmcı akımlar!
Bu akımlar, daha doğrusu “millet”le savaşılıyor yıllardır!..
Hem de; “brifing”lerle, “28 Şubat”larla, “Silahsız Kuvvetler” veya kullanılan “piyon”lar ve “konu mankenleri” vasıtasıyla yürütülen bir “savaş”!..
Siz; son 10 yıllık süreçte, şu ülkede yaşanan “baskı”ların, “dayatma”ların, bilumum “zorbalık” ve “zulüm”lerin kaynağının “yasalar” olduğunu mu zannediyorsunuz!?!..
Hayır!..
“Yasal kılıflı zulümler”le bu ülke insanına yaşatılan “bunalım”ların, “travma”ların, “yargısız infaz” ve “linç”lerin kaynağı, “Ergenekon Terör Örgütü”dür!..
BİLMEK, ÇÖZMENİN YARISIDIR!
Evet, “Ergenekon” ve onun “yüreklere saldığı korku”dur!.. Bu “korku”dan beslenen Ergenekon, “astığı astık, kestiği kestik” bir “despot” olarak hükmünü icra ediyordu ki; malûm operasyonlar başladı...
Sonrası, çorap söküğü gibi geldi...
İşte bu yüzden, “yürekli savcılar” tarafından hazırlanan “iddianame” çok önemlidir.
Kim ne derse desin;
“Canavarın boynuna çıngırak” asılmıştır ve biz, bu “canavar”ın artık nerede neler yaptığından haberdar oluyoruz...
Artık, biliyoruz ki;
“Patlama”ların, “tuzak”ların, “bombalama”ların, “cinayet” ve “suikast”ların arkasında “legal veya illegal örgüt”leri “taşeron” ve “tetikçi” olarak kullanan Ergenekon vardır!..
“Bilme”nin, “çözmenin yarısı” olduğuna inanıyorum... Ergenekon’u; boynuna asılan “çıngırak”tan dolayı “biliyor” olduğumuza göre; bu “canavarı yok etme”nin de yakın olduğuna inanıyorum!..
İnanıyorum ki;
“Mahkeme” aşamasında, sadece “sanıklar” değil, “sanıklarla bağlantılı kişi ve kuruluşlar”ın da üzerine gidilebilir, onlardan da “hesap sorulabilir” ise, “canavar”dan kurtulmamız işten bile değildir!..
Bunu umuyor ve bekliyorum...
==============
İdeolojik körlük
Bir gömlekte, eğer “ilk düğme”yi “yanlış ilikler” iseniz, ondan sonra iliklenen bütün düğmeler “yanlış” olur ve görüntünüz, “palyaço”lara benzer...
Tercüman’dan Sırrı Yüksel Cebeci, geçenlerde, “Mazlum-Der kapatılmalı” başlıklı bir yazı yazmış...
Tamam yazmış da; “daha ilk paragraf”ta çuvallamış!..
Diyor ki; “Açık adı ‘İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği’ olan Mazlum-Der, aynı gerici kafa yapısına sahip 54 avukat, gazeteci, yazar, yayıncı ve işadamı tarafından 1991 yılında kuruldu... AKP’nin kuruluşu da aynı yıl gerçekleşmedi mi?”
Gerisini okumaya gerek yok... Çünkü, Sırrı Yüksel, daha ilk paragrafta çuvallayıp, AK Parti ile Mazlum-Der’in, “aynı tarihte”, yani “1991’de” kurulduğunu yazmış!..
AK Parti; 1991’de değil, 14 Ağustos 2001’de kurulduğuna göre, “diğer saçmalıkları” okumaya gerek var mı?..
Ama, ne yaparsın ki; “ideolojik körlük”ler, insana böyle hatalar yaptırıyor işte!..
xumutx
xumutx

Mesaj Sayısı : 76
Nerden : Forumdan(:(:
Rep :
Günün Makalesi Left_bar_bleue905 / 100905 / 100Günün Makalesi Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 27/08/08

http://www.dostcaforum.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Günün Makalesi Empty Geri: Günün Makalesi

Mesaj tarafından xumutx 31st Ağustos 2008, 22:20

Hikâyeyi bilirsiniz... Hani, “devekuşu”na sormuşlar ya; “Deve” misin, “Kuş” musun?.. O da, “Ben deveyim” demiş... O halde “Koş” demişler... “Ben kuşum, koşamam” demiş... “Madem kuşsun, o halde uç!” demişler... “Ben deveyim, uçamam!” demiş!..
Yani, ne “deve”liğin gereğini yerine getirebilmiş, ne de “kuş”luğun!..
Bence, aynı soruyu, “Ergenekoncu”lara da sormak gerek... Siz “******çü” müsünüz, yoksa “ulusalcı” mı?..
Ne diyeceklerini, nasıl cevap vereceklerini gerçekten merak ediyorum... çünkü bunların “******çülük”leri de sahte, “ulusalcılık”ları da!..
Aynen “devekuşu” gibiler!..
Ne “deve”ler, ne de “kuş”lar!..
Ama, şu da var:
İşlerine geldiğinde hem “deve”liği, hem de “kuş”luğu çok iyi kullanıyorlar!..

MüNAFIK, KâFİRDEN DAHA ALçAK!
Her zaman söylemişimdir:
Türkiye’nin en büyük problemi, “öyle olanlar” değil, “öyle görünenler”dir!.. İnsanlar, “yanlış” da olsa, “samimi” olarak bir yolda yürüyor ise, ondan bir zarar gelmez!..
Ama “öyle” değil de, “öyle görünüyor” ise; böylelerinden uzak durmak ve onlardan korkmak gerekir!..
“öyle görünenler” olarak “münafık”ları gösterebiliriz...
Bakınız, Kur’an-ı Kerim’de “3 sınıf insan”dan söz edilir... “Mü’min”lerden, “Kâfir”lerden ve bir de “münafık”lardan!..
Ve buyrulur ki;
“Münafıklar, kâfirlerden daha tehlikeli”dir!..
Ve hatta, “daha alçak”tırlar!..
Niçin?..
çünkü, “kâfir” olanı herkes bilir ve ona göre tavır alır... Ama “münafık”lar; kâh “Müslüman” görünürler, kâh “kâfir”lerle iş tutarlar!..
Yani, “fırıldak”tırlar!..
Dolayısıyla, onlara “güven” olmaz!..
Aynı tehlike, “******çüler” için de geçerlidir...

“ULUSALCI GEçİNEN”DEN KORK!
Zira, her zaman yazdığım gibi;
Bu ülkede, “Samimi ******çüler” evet vardır...
Ama, “******çü geçinenler” ile “******’ten geçinenler”in sayısı da yabana atılmayacak kadar çoktur!..
Aynı yargı, “Ulusalcılar” için de geçerlidir...
Gerçekten de; “Türkiye’nin bağımsızlığını ve bağlantısızlığını” savunup, bu ülkenin “peyk” olup “sömürülmesi”ne karşı çıkan ve bunun da gereğini yapan “samimi ulusalcılar” vardır...
Ama, bunun yanısıra;
“Ulusalcı geçinenler” de vardır... Hem, “Emperyalist ABD’nin Türkiye üzerindeki baskısına hayır” diye nutuk atarlar, hem de “ABD’nin sembolü” olan “Coca-Cola”yı içmekten, “Marlboro”yu tüttürmekten geri kalmazlar!..
Kıçında “Bluejean” kot!..
Ayağında “Caterpillar” bot!..
Bu ne perhiz, bu ne turşu!..
“Ulusalcı geçinenler” böyledir işte!..
Bir de “Ulusalcılıktan geçinenler” var ki, onları hiç sormayın!.. “Ergenekon İddianamesi”ne yansıyan ve 4 Ağustos günü de Vakit’te yayınlanan “telefon konuşmaları”ndaki “diyalog”ları hatırlarsanız, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır...
Bakın, “milletin tavrı”nı konuşan ulusalcılar, “millet”le ilgili neler diyorlar:
“... Vallahi, ben razıyım ya!.. Düşman silâhı ile gelse, PKK gibi ırza-namusa tecavüz etse!.. Bu öKüZ MİLLET o zaman belki ayılır!”
Ve başka “nezih”(!) ifadeler:
“çok inek var şu memlekette!”
“İnekleri sağ sağ, hiç bitmiyor!”
¥ “..İyi belki savaş çıkar da o kuyumcuları muyumcuları soyak o adamları!.. Valla banka mankalara girek, belki millet savaş telaşına düşer a..na k..ım yaralı ölü biz de gidek bankaları soyarık a..na k..ım!.. Benim derdim o!.. Yoksa ne s..rim ben Türkiye’yi a..na k..ım he?”
Şu sözler de “ulusalcı lider”lerden emekli Albay Fikri Karadağ’a ait.
Kuvayı Milliye Derneği Başkanı olan emekli Albay Mehmet Fikri Karadağ, kendisi için mücadele ettiğini söylediği ve silah üzerine yeminler ederek koruma ve kollama sözü verdiği Türk halkı için bakın Türkçe’deki hangi ifadelerden yararlanıyor:
“...Vallahi bunlarla uğraşacak halim yok. Bu şerefsiz milletle ne uğraşacam ya!.. Hırsızlığı kabul etmiş, haramı helal kılmış topunun a..na k..yım... Soysuz değilsen, eşkıya değilsen bence itibarın yok!..”
Bu “diyalog”larla ilgili hiçbir yorum yapmadan, sizlere soruyorum:
Bunlar, “ulusalcı” mıdır, “ulusalcı geçinenler”den midir, yoksa “ulusalcılıktan geçinenler”den mi?..
Bir başka şekliyle sorarsak;
“Devekuşu” mudurlar, yoksa “deve” veya “kuş” mu?
Ama, şurası bir gerçek:
“Malı iyi götürüyorlar!”

****** İSTİSMARININ BELGESİ
Tam bunları yazıyordum ki, muhabir arkadaşlar bir “haber” getirip, koydular önüme..
Buyrun; önce haberi okuyalım:
“Ergenekon sanıklarının, “******’ü nasıl istismar ettiklerini belgeleyen ibret verici konuşmalar” iddianameye yansıdı.
Ergenekon terör örgütü üyelerinin ******çülüğü maske olarak kullandıklarına en güzel kanıtlardan birisi de Kuvayı Milliye Derneği Başkanı emekli Albay Fikri Karadağ ile Teşkilat Başkanı Hüseyin Görüm arasındaki telefon görüşmeleri oldu.
Derneğin genel merkezinin bulunduğu Kadıköy’deki bina, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait Milli Emlak’tan kiralanmıştı. Ancak kira borçları ödenmeyince Milli Emlak, binayı tahliye etmek için harekete geçti. Bunun üzerine Karadağ ve Görüm arasında şu ibret verici konuşmalar yapıldı:
Fikri Karadağ: Gelen giden var mı?
Hüseyin Görüm: Sabahleyin iki tane avukat geldi buraya. Müze yapıyoruz. Bizim ıvır zıvırlar var ya, böyle tarihi şeyler. Orta kata koyuyoruz. Eğer öyle bir şey, yani kapatma şekline gelirse, ******’ün müzesini kapatıyorlar şeklinde bütün her şeyi yığarız diyor, kimse bir şey yapamaz diyorlar.
Fikri Karadağ: Aynen yapsınlar, şimdiden başlasınlar. Onun için gereken ne varsa hemen gelip yarın imzalayayım, yazsınlar, müze haline dönüştürdük burayı falan diye.
Fikri Karadağ: Kuvayı Milliye ****** Müzesi diye oraya bi kağıda bir şey yazdırın. O bizim eski çerçevelerden bir tanesine koyun, cama asın kenara. Oraya bir hikaye yazdırın şeye, dersiniz, ****** Misak-ı Milli kararlarını bu binada almıştır diye. O şeyin altına da yazın, asın dışarıya.”
“****** istismarının geldiği nokta”yı görüyor musunuz?!?
Bunun adı “******çülük” değil...
Bunlara “******çü geçinenler” de denilemez!..
Bunlar var ya bunlar; resmen ve alenen “******’ten geçinenler” taifesinden!..
Şu hale bakın... Kiraladıkları binanın parasını ödemedikleri gibi; “binadan çıkmamak” için sahtekârlık yapıp “******’ün adı”nı kullanıyorlar!..
Bir kağıda “Kuvayı Milliye ****** Müzesi” yazıp, duvara asacaklar ki, “binada beleş oturmaya” devam etsinler!..
çıkarmaya kalkarlarsa da, “cayırtı” hazır:
“******’ün müzesini kapatıyorlaaaar!!!”
Size bir şey söyleyeyim mi;
“******”e en çok zarar verenler kimlerdir biliyor musunuz?.. İşte bu “****** istismarcıları”dır!..
Yani, “******’ten geçinenler!”

SALİHLİ’DE CHP NASIL KAZANDI?
Şimdi sizlere bir “olay”dan ve bu “olayın kahramanı”ndan bahsedecek, sonra da soracağım:
Bu vatandaş, “hangi sınıfa” girer?..
“******çü”ler sınıfına mı, “******çü geçinenler” sınıfına mı, yoksa “******’ten geçinenler” sınıfına mı?..
Efendim, önce olayı anlatayım:
Bütün Türkiye’de olduğu gibi; 28 Mart 2004’te benim ilçem olan Manisa/Salihli’de de “mahalli seçim” yapılır...
Seçimler öncesinde, bildiğim kadarıyla AK Parti ile MHP arasında bazı görüşmeler yapılır, ancak anlaşma sağlanamaz!..
İşte bu “anlaşmazlık”, seçim sandığına da yansır!..
Sizin anlayacağınız;
“AK Parti-MHP anlaşmazlığı”ndan CHP yararlanır ve aradan sıyrılıp, “belediye başkanlığı”nı kazanır!..
Lütfen tabloya dikkat:
AK Parti: 11 bin 797
MHP: 10 bin 241
Gördüğünüz gibi, her iki partinin “toplam” oyu “22 bin” civarındadır... Gelin görün ki; aralarında anlaşma sağlanamayınca 16 bin 354 oy alan CHP’li Mustafa Uğur Okay, aradan sıyrılıp, “belediye başkanı” olur...
Evet, çoğunluk “yüzde 46.3”tür ama başkan “yüzde 34.4” oyla seçilir!..
Şimdi diyeceksiniz ki;
“CHP’li Mustafa Uğur Okay’ın Salihli’ye Belediye Başkanı olmasıyla ******çülüğün ne alâkası var?”
Alâkası şurada:
CHP’li Başkan’ın, göreve başlar başlamaz, ilk işlerinden biri “Salihli Kent Meydanı”na bir “pano” astırmak olur.
Meydan, yeni belediye binasının tam karşısındadır ve birçok etkinlik de “Kent Meydanı”nda yapılmakta, dolayısıyla birçok kişi o “pano”yu görmekte, panoda yazılanları okumaktadır!..

PANODAKİ O SöZLER
Kupürden de göreceğiniz gibi, o irice panoda, “******’e ait” şu sözler bulunmaktadır:
“Ben, manevî miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum...
Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. (...)
Beni benimsemek isteyenler; bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar!”
Hemen söyleyeyim; “Ayet”in, bir “Allah kelâmı” olduğunu gayet iyi bilen ******, bu sözü söylemekle; kendisini hâşâ “Tanrı” ve “Peygamber” gören “dalkavuk” ve “yalaka”lara cevap vermiş ve “hayır” demiştir!..
“Akıl ve ilim yolu”nu tavsiye ederken; kimbilir, belki de “ancak akıl sahiplerinin Müslüman olabileceği” gerçeğine vurgu yapmak istemiştir!..
Peki, CHP’li Başkan Mustafa Uğur Okay, o “pano”ya bunları yazdırmakla ne yapmak istemiştir?..
Yapmak istediği, “Kraldan fazla kralcılık”tır, yani “******’ten fazla ******çülük”tür!..
Ne var ki;
“******çülük” yapmaya çalışırken, ******’ü “dinsiz” olarak gösterdiğinin farkında bile değildir!..
çünkü o panoda yazılanları okuyan insanlar; ******’ün, “Allah kelâmı”na karşı çıkan “dinsiz biri” olduğunu zannedecektir!..
Oysa ******, bu değildir!..
Bu, “******’e iftira”dır!..
Yazının en başında dedim ya;
******’e en büyük kötülüğü yapanlar, “Sözde ******çüler” veya “******çü geçinenler”dir!.. “******’ten geçinenler” ise, işin zaten “ticaret”ini yaptıklarından, onları kaale bile almıyorum!..
Uzun lafın kısası;
******’ü, ilk önce “******çü”lerden ve “******çü geçinenler”in elinden kurtarmak gerekir!..
çünkü onlar, “******’ün mirasçısı” değil, “******’ün mirasyedileri”dir!..
Evet, ******’ün mirasını “rant”a çevirenlerdir!..
Hem de, “******’e iftira” atarak!..
Kimi “müze”(!)lerle, kimi “pano”larla!..
=======================
“Bırakın Sünniler ölsün!”
Bugünkü sürmanşetimizde yer alan "Ergenekon derinleştikçe PKK azıyor" başlığı dikkatinizi çekmiş olmalı... Bu başlık, "son derece önemli bir tesbit"tir... Ve aynı zamanda; "Ergenekon ile PKK arasındaki bağlantı"yı gözler önüne sermektedir!..
Gerçekten de öyle değil midir;
Ne zaman ki Ergenekonculara yönelik "operasyon"lar başlamış, ne zaman ki "iddianame" açıklanmış ve ne zaman ki iddianame "kabul" edilip, duruşma tarihi ilân edilmiş; "PKK'nın saldırıları" da artış göstermiş!..
Tüm bunlar bir yana da; dünkü "cenaze töreni"ndeki "görüntü"ler çok düşündürdü beni...
Sanıyorum, birisi "Şehit Yarbay'ın annesi"ydi... Diğer "ana"lar da... "Tepeden tırnağa tesettürlü"ydüler... Demek oluyor ki; "Şehit Yarbay" da, diğer şehitler de "dindar" insanlardı...
O fotoğrafları görünce;
"Ergenekonculara verilen talimat" geldi aklıma...
Verilen "o talimat" şöyleydi:
"PKK'ya karşı savaşanlara el altından şu mesajı gönderin: Sakın ha ölmeyin, bırakın ******çü olsa da, Sünniler ölsün!"
Durum budur... Yorumu sizlere bırakıyorum!..
xumutx
xumutx

Mesaj Sayısı : 76
Nerden : Forumdan(:(:
Rep :
Günün Makalesi Left_bar_bleue905 / 100905 / 100Günün Makalesi Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 27/08/08

http://www.dostcaforum.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz